Yürüyen Köşk
****** bir gün Yalova’daki çiftliğe gittiğinde, Köşk'ün hemen yanındaki çınar ağacının dallarını kesmeye
çalışan bir bahçıvana rastlar . Hemen bahçıvanı yanına çağırarak bunun nedenini sorar.
Bahçıvanın ağacın dalları uzamış ve binanın duvarlarına dayandığı için kestiğini söyler.******, Bunun üzerine ağacın kesilmeyip binanın yerinin değiştirilmesini emreder. 8 Ağustos 1930 tarihinde önce bina çevresi kazılır. İstanbul'dan getirilen tramvay rayları döşenir.Santim , santim çalışılarak bina yapı altına sokulan raylar üzerine oturtulur ve bina yaklaşık 5 m. kaydırılır ve ve çınar ağacıda kesilmekten kurtulur.
________________________________
VATANIMIN TOPRAĞI TEMİZDİR!
Kral Edward İstanbul'a geldiği zaman, yatından bir motora binerek Dolmabahçe Sarayı'na yanaştı. ****** de rıhtımda onu bekliyordu. Deniz dalgalı idi ve Kral'ın bindiği motor inip çıkıyordu. Kral rıhtıma çıkmak istediği bir sırada eli yere değdi ve tozlandı. O sırada ****** de Kral'ı rıhtıma almak üzere elini uzatmış bulunuyordu. Bunu gören Kral bir mendille elini silmek istediği bir anda ******:
"Vatanımın toprağı temizdir, o, elinizi kirletmez!" diyerek, Kral'ı elinden tutup rıhtıma çıkarıverdi.
________________________________
Bekleriz..
1930’ların ortalarıdır. Mussolini İtalya'da iktidardadır ve hızlı bir silahlanma çabası içindedir. İtalya'nın ise ta I. Dünya Savaşı'ndan kalma kapanmamış hesapları vardır Türkiye ile ve faşist bir lider olarak bu hesaplar Benito'ya feci batmaktadır. Bir özel günde ki sanırım bu gün Türkiye Cumhuriyeti'nin milli bayramlarından biridir, Benito Mussolini, Mustafa Kemal ******'e “bir sözüm ona iyi dilek” kartpostalı gönderir. Kartpostalın ön yüzünde Benito bir dretnotun üzerinde, üniformasıyla sert sert bakmaktadır ve arkasındaki İtalyan donanması ise çok tehditkârdır. Kartın arkasında ise şöyle yazmaktadır:
"En kısa zamanda görüşmek üzere."
Mustafa Kemal'in cevabı da hemen Benito'ya gider. yine bir kartpostaldır bu cevap ve kartpostalın ön yüzünde Ata Florya Plajı’nda o meşhur askılı ve çizgili mayosuyla bir şezlongda sereserpe uzanmış, keyifle güneş banyosu yapmaktadır. Yüzünde huzurlu bir tebessüm vardır. Kartın arkasında ise bu zeki adamdan beklenebilecek muziplikte ve sivrilikte ve de öndeki fotoğrafla örtüşen şu cevap yer almaktadır:
"Bize de bekleriz."
_______________________________
Öğretemedim
İngiliz kralı VIII. Edward İstanbul'a ******'ü ziyarete geldiği zaman,
****** kendisine bir akşam ziyafeti vermişti. Ziyafetten önce,
-"Bana İngiltere sarayında verilen ziyafetler ne şekilde olur, onu bilen birisini, veya bir aşçı bulunuz !...dedi.
Ve nihayet bu sofra merasimini bilen bir kişiden öğrenerek sofrayı o
şekilde düzene koydular... Akşam kral sofraya oturunca kendisini kral sarayında zannederek memnun oldu. ******'e dönerek:
- "Sizi tebrik eder ve teşekkür ederim. Kendimi İngiltere'de
zannettim" diyerek memnuniyetini bildirdi. Sofraya hep Türk
garsonlar hizmet etmekteydi. Bunlardan bir tanesi heyecanlanarak,
elindeki büyük bir tabakla birdenbire yere yuvarlandı. Yemekler de
halılara dağıldı.
Misafirler utançlarından kıpkırmızı kesildiler. Fakat ****** Kral'a :
- "Bu millete her şeyi öğrettim, fakat uşaklığı öğretemedim!" dedi. Bütün sofradakiler ******'ün bu sözlerine hayran oldular.
****** garsona da "vazifene devam et" emrini verdi.
_____________________________
KİMSİN?
Afyonkarahisar'ın hatlarının çözülmesi sonunda birkaç Yunanlı tutsak, geceleyin Mustafa Kemal'in çadırına getirilmişti. Bunlardan birisi, Muzaffer Generalin doğup büyümüş olduğu Selanik'ten gelmişti. Yüz, kendisine yabancı gelmediğinden ve üniformasında da hiçbir bellilik görmediğinden kim olduklarını ve rütbelerini sormaya başlamıştı:
- Binbaşı mısınız?
- Hayır.
- Albay mı?
- Hayır.
- Korgeneral mi?
- Hayır.
- Peki nesiniz?
- Ben Mareşal ve Türk Orduları Başkomutanıyım! Şaşkınlıktan ağzı açık kalan Yunanlı kekeledi:
- Bir başkomutanın savaş hattına bu kadar yakın yerlerde dolaşması işitilmiş değil de!..
General SHERRIL
____________________________
Büyük ****** Ölünce; Sene 1938, On Kasım...
İstanbul Üniversitesi'nde saat 9'u 5 geçenin kötü haberi duyulmuş... Bir Alman profesör var, hukuk fakültesinde, o da duymuş, şaşırmış. Derse girsin mi, girmesin mi bir türlü karar veremiyor. O sırada aklına rektöre müracaat etmek gelir. Kalkar, yanına gider. Aralarında şu konuşma geçer:
"Efendim, tereddütlüyüm, karar veremiyorum. Acaba ne yapsam?"
"Sizde böyle büyük bir adam ölünce ne yaparlarsa, onu yapın."
İşte o zaman Alman profesör kollarını iki yana sarkıtarak:
"Bizde bu kadar büyük bir adam ölmedi ki..." der.